petite chinoise au tabouret, Lysand
Vanilya
kokulu duygularım…
Elimde bir
fincan kakuleli sütlü türk kahvesi, beyaz tül
perdelerin şeffalığından süzülen ikindi güneşin sarı turuncu yumucak
renkleri eşliğinde , mutfaktan salona doğru kedicik adımlarla ilerliyorum.
Fırından gelen pastanın vanilya kokusu bütün evi okşarmışcasına huzurlu bir
atmosfere bürümüş sanki. Çocukların
okuldan gelmesine bir saat kalmasada, sakinliğin son dakikalarınin, lezziz tadını
çıkarmaya kararlıyım. Tüm işlerin bittiği anda
gelen, huzurlu bir tatminlik duygusuyla biraz dinlenmeyi hakkettiğimi düşünerek,
fincanımı seppanın üzerine koyup , oturmaya karar veriyorum. Dışarıdan gelen
hafif bir güz rusgarın esintileri, kanapenin üzerindeki el örgüsü battaniyeye dahada bir sıkı sarılmamı
sağlıyor. Seppanın üzerinde bir hafta
önce almış olduğum romanımı kavrıyorum. Kapağının cazibesini inceledikten
sonra, nihayetinde ilk sayfalarını
okumanın heyecanını yaşarken , zihnimin
hatıraları beni, küçük küçük beyaz bulutlar içerisinde vanilya kokulu
duygulara uçup götürüyor ve kendimi
çocukluğumun en kıymeytli anların ortasında buluyorum.
İlk okuduğum
roman : « kırmızı kimonolu kız » !
Hatırlıyorum, kendi memleketinden
Amerika’ya göç eden küçük bir japon kızın yaşadığı zorlukları ve özlem dolu
anılarını anlatan bir öyküydü bu. İlkokul yıllarımda okuduğum bu kitap fransızcaya tercüme edilmiş, Kay haugaard’ın
bir çocuk romanıydı sanırım. Öykünün kahramanı olan çocuk, sanki benim o zamanlardaki duygularımı yaşıyormuşcasına, bütün hissetmiş olduğum üzüntüme kederime
rehber olmustu adeta. Duygularımın tarifi olmadığı o anlarda,
hissettiklerime kelimeler koyabilmiştim
ve nihayetinde kendimce daha normal
insanlar kategarisine girebilmeye başlamıştım… Bu durum biraz olsun üzüntümü
hafifletmişti tabiki. Şimdi düşünüyorum,
Suriye’den göç eden insanları, ölüm riskiyle başbaşa kalmış çocukların
halini, evsiz barksız, gittikleri yerden dışlanmış…. Göç hadisesi gerçekten bir
çocuk için ne kadar zor olabiliceğini tahmin bile edilemez... şu boğulup ölen
çocuklarin son dakikalarini dusunmek bile istemiyorum !…İçim sarsılıyor, gözlerim yaşarıyor…
Bu hisler içerisinde o kitabin nasıl ve ne şartlarda elime
geçmiştiğini hatırlamaya çalışırken, nihayetinde, kendimi küçük ama aydın,
kütüphane rafları arasında gezinirken buluyorum . O zamanlarda kütüphanelerde
gezmesini ne de severdim . Kitabın kapağı tesadüfen gözüme takılmıştı : yağlı boya ile
resmedilmiş bir küçük japon kızı. Resim yapmayı seven bir çocuk olarak sanırım
ilk önce kapaktaki resim beni
cezbetmişti , ve hatırlıyorum, sadece ondan sonra ilk bir kaç sayfalarını okumaya karar
vermiştim. Hemen kitabı aldım ve heyecanla eve geldim. Aşağı yukarı iki yüz sayfalık bir kitabı kısa
bir sürede bitirdiğimde, yaşadığım o muhtesem duyguyu çok iyi hatırlıyorum. Bu heyecanlı
andan sonra yazar olmayı hayal ettiğimi biliyorum. Yazıcağım konuları
hikayeleri bir bir listelemiştim gözümün önünde. Ve gizli gizli odamda
saatlerce kitabın bazı sayfalarını, büyük bir özentiyle ,en güzel yazımi ortaya koyarak, tekrar kopye ediyordum. Artık yazı benim için
, resimden sonra gelen ikinci hobim olmuştu. Ama ne yazık ki , bu heyecanlı faliyetimden ne zaman vazgeçtiğimi hatırlamıyorum…
Disaridan, Kulaklarima arka arka gelen sert ve yogun zil sesleri ile düşüncelerimden hizla uzaklaşıp
kendime geliyorum. Eyvah çocuklar geldi ! :
_ Anne çok
acıktım ! Ne pişirdin bugün ?
_Oğlum önce
bir selam versen nasil olur ?…
_ Selami
aleyküm anne! Eee !Ne pişirdin ?gerçekten çok acıktım anne yaaa!!!…
_Anne !!! Öğretmen yarın seninle görüşmek istiyor..
_Anne!!!! Öğretmen bizden özel bir defter istedi mutlaka bugün sparis vermemiz
gerekirmiş…
_ Anne! Bugün
sporda düştüm dizimi ağrıttım…
Ve sizin anlicaginiz, her bir ufaklik arka arkaya taleplerini böyle
yatasiya kadar dile getirmekten usanmiyor değerli okurlarım…
Merak ederseniz , sonunda ben o, okumasini heyecanla bekledigim ,yepyeni guzelim romanımın ilk sayfalari bile olsa, neticede, okuma
fırsatı bulabildim mi ? tabiki hayır !!!... :((
sevgiyle kalin ;) :)